Bir sanatçının sömürü ve pişkinlik karnesi.
Bir emek sömürüsü vakası /// Yılmaz Aysan’la ilgili bazı gerçekler
Bir emek sömürüsü vakası /// Yılmaz Aysan’la ilgili bazı gerçekler
Bugünlerde her yerde Yılmaz Aysan var. Kendisiyle
ilgili bazı gerçeklerin kamuoyu tarafından bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü
şu günlerde derlediği kitap ve açtığı sergi nedeniyle saygınlığı daha da arttı,
eminim Bilgi Üniversitesi’ndeki öğrencileri de onu daha çok seviyordur. Verdiği
röportajlara, kitap ve sergiyle ilgili metinlere bakıyorum... Yılmaz Aysan
bugünlerde solun görsel tarihi vasıtasıyla sol düşüncenin erdemlerinden bahsediyor.
O afişler nedeniyle bazı insanların bu uğurda hayatlarını kaybetmesi, eşitlik,
adalet ve özgürlük uğruna kendilerini feda etmelerini gerçekten anlayabildiğini
hiç zannetmiyorum. Sol düşüncenin, eşitlik ve adalet kavramlarıyla özdeş
mücadelesini görsel ve sözel tanıklıklarla ortaya koyan Yılmaz Aysan’ın, neden
bana ve o dönemdeki çalışma arkadaşlarıma bunları hak görmediğini ve bizi çok
zor durumlarda bıraktığını anlayamıyorum.
Bilmeyenler için belirteyim. Yılmaz Aysan, İletişim
Yayınları’nın kuruluşunun 30. yılı anısına özel olarak yayımladığı “Afişe
Çıkmak, 1963-1980: Solun Görsel Serüveni”nin derleyicisi ve şu anda Tütün
Deposu’nda kitaba paralel olarak gerçekleşen serginin de sanatçısı.
Reklamcılık Tic. A.Ş. kurucu ortaklarından biri olan
ve şirkette yaratıcı yönetmenlik görevini yürüten Yılmaz Aysan’la benim yolum
2000 yılının Şubat ayında kesişmişti. 14 Şubat 2000 tarihinde Reklamcılık Tic.
A.Ş. şirketinde reklam-metin yazarı olarak işe başlamıştım. Yılmaz Aysan,
Reklamcılık Tic. A.Ş.’yi 1987 yılında Emre Senan,
Alican Turalı, Celil Okur ve Haşim Durusel ile birlikte kurmuş (http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1987/2/23/11.xhtml). Benim çalıştığım dönemde Yılmaz Aysan, Alican Turalı ve Haşim Durusel şirket ortağıydı.
Yılmaz Aysan’ın kurucu ortağı ve yaratıcı yönetmeni
olduğu şirket Reklamcılık Tic. A.Ş. 4 ay boyunca maaşlarımızı ve sigorta
primlerimizi ödemedi (sigorta primleri zaten işe başladıktan 3 ay sonra ve
aldığım maaş düşük gösterilerek ödenmişti). Bu dönemde bire bir çalıştığım
Yılmaz Aysan’la pek çok toplantıda bulundum. Ona çok zor durumda olduğumuzu,
bir an önce haklarımızı ödeyerek yollarımızı ayırmamız gerektiğini belirttim.
Beni en rahatsız eden şey, Yılmaz Aysan ve diğer ortakların, ekonomik zorluklar
içerisinde olduklarını iddia etmelerine rağmen, hayat standartlarında herhangi
bir düşüş olmamasıydı. Yılmaz Aysan’ın çocukları Enka Okulları’nda okumaya
devam edebiliyordu mesela. Yılmaz Aysan ve diğer ortaklar kimsenin maaşını
ödemeye yanaşmıyor ama aynı lüks otomobillerini kullanmaya devam edebiliyordu
mesela... Yaşadığım sıkıntıyı ben ve birçok çalışma arkadaşım birçok defa toplantılarda
dile getirdik. Yılmaz Aysan da toplantılarda bana “para yok işte, anlamıyor
musun” şeklinde çıkışıyordu. Bunları hala o kadar net hatırlıyorum ki... Çünkü
o dönemde ve sonrasında maddi ve manevi olarak çok üzüldüm ve yıprandım. Ekonomik
zorluk yaşayan bir şirketin ortakları nasıl oluyordu da lüks sayılabilecek bir
hayat yaşıyordu, anlayamıyordum. Mesela Yılmaz Aysan ve diğer ortaklar
borçlarını ödemek için lüks otomobillerini satabilirlerdi, ya da sahip
oldukları bir gayrimenkulü... Haşim Durusel örneğin, o dönemde de Fenerbahçe
Kulübü yönetim kurulu üyesi idi (sayfanın en alt kısmında : http://www.1907.org/yonetim-kurulu.html).
Kendisi aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği kurucu üyesi.
Alican Turalı, yatçılıkla ilgilenen, bu konuda radyo programı yapan bir
insandı. Yılmaz Aysan da Bilgi Üniversitesi’nde 1998’den beri ders veren bir
öğretim üyesi. Ayrıca resimleri özel koleksiyonlara girmiş, sanatından para kazanan bir sanatçı. Bu insanların hepsi pahalı zevklere sahip, ayrıca hepsi toplumda
saygın insanlar olarak kabul ediliyor. Eminim hepsinin yıllar içinde edindiği
hatırı sayılır bir malvarlıkları da vardır.
Yılmaz Aysan, Alican Turalı ve Haşim Durusel o dönem
benim emeğimi sömürüp, mahkemelerde sürünmeme ve sonrasında davayı kazanmama
rağmen hakkımı alamamama neden olan insanlardır.
Onlar dürüst birer şirket sahibi olmayı seçmediler. Onlar
bunun yerine hak ettiklerimizi, alacaklı olduğumuz ücretleri vermemek için pahalı
avukatlarla bizimle uğraştılar. Ne de olsa Anonim Şirket statüsündeki
Reklamcılık Tic. A.Ş. şirketi, yasaların gözünde “borçlu” statüsündeydi, şirket
sahipleri değil. Şirket sahiplerinin isimleri de geçmez dava tutanaklarında,
yalnızca vekilleri statüsündeki avukatların isimleri geçer. İş Mahkemesi’ne
açtığım dava 4 yıl sürdü. Davayı kazandım. 16 Aralık 2004 yılı itibariyle
kesinleşen alacaklı ücret miktarımın 11.879.912.860 TL olduğu belirlendi (4
yıllık faiziyle birlikte yaklaşık 16.000.000.000 TL, bugünün parasıyla 16.000 TL
ediyor bu rakam. Bunun içinde ödenmemiş maaşlarım, kıdem tazminatım ve vergi iadesi ücretlerim var.). Bu arada, 4 yılı aşan mahkeme sürecinde çok şey değişmişti.
Daha mahkemeye veremeden, şirket yer değiştirdi (Mahkemeye vermeden önce
yapılması gereken TC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge
Müdürlüğü’ne şirketi şikayet etmeniz. Şikayetim sonucunda haklı olduğum ve
alacaklarımı ödemeleri gerektiği Reklamcılık Tic. A.Ş.’ye belirtiliyor, 20
Haziran 2001 tarihli belgede. Ayrıca şirket, sigorta primlerinde yaptığı ödeme
usulsüzlüğü nedeniyle ceza ödüyor devlete o dönemde. Ben ise alacaklarımı
alamıyorum ve İş Mahkemesi’nde dava açıyorum.). Reklamcılık Tic. A.Ş.’nin,
Yorum Ajans bünyesine katıldığını 1 Temmuz 2001 tarihli Marketing Türkiye
dergisinden öğrenmiş oluyorum. Elbette bu yasal anlamda gerçek bir birleşme
değil, tamamen göstermelik. Gerçek bir şirket birleşmesi olsa Yorum Ajans bütün
borçları üstlenmek durumunda kalır. Alican Turalı da Yorum Ajans’ın İcra Kurulu
üyesi olmuş dergi haberine göre. Yılmaz Aysan’ın adı geçmiyor haberde ama onun
o dönemde Yorum Ajans’ta yaratıcı yönetmen göreviyle iş yaptığını tüm reklam
camiası biliyor. Haşim Durusel’den ise bir daha hiç haber alamıyorum. Mahkeme
sonucunda kazanıyorum ve alacaklarımı hacizle tahsil etmem gerekiyor. Yıllar
içerisinde mahkeme nedeniyle açık tutulması gereken şirketin ismi
değiştiriliyor ya da bu yeni şirkete benim davalı olduğum şirket dahil ediliyor
ve Kağıthane’de bir işhanında, tek odalı bir dükkanda göstermelik olarak Teka
Kimyevi Maddeler ve Dış Ticaret Limited Şirketi adıyla faaliyet gösteriyor.
Eski bir bilgisayar ve bir masa bulunduğu için haciz gerçekleştirilemiyor.
Maddi ve manevi olarak tükenmişlik noktasına geldiğim bu süreç sonunda haklı
olduğum ortaya çıkıyor, davamı kazanıyorum ama elime hiçbir şey geçmiyor. Çünkü
şirketin haciz edilecek hiçbir şeyi kalmamış oluyor. Böylece Yılmaz Aysan,
Alican Turalı ve Haşim Durusel bu olaydaki sorumluluklarından şirketin içini
boşaltarak kurtulmuş oluyor ve dürüst olmadıklarını (basiretli tüccar)
kanıtlamış oluyorlar.
Son olarak şunu eklemek istiyorum. Emekçi hakkı yiyip
solculuk oyunu oynayanlar... Lütfen bırakın bu işleri. Reklam-medya dünyasında bu
insanlardan çokça var. Nuri İkikardeş, Şükrü Öksüz... Şahsen sizleri de hiç
unutmadım. Sizleri de kötü hatırlamaya devam edeceğim. Canım çok yandı çünkü. Ayrıca
bugüne kadar (4 yıldır bu mesleği yapmıyorum) çalıştığım hiçbir işyerinde
sigortam zamanında başlatılmadı, hiçbirinde gerçek maaşımdan prim ödemesi yapılmadı. Bunu da söylemek istiyorum.
Facebook’tan, twitter’dan paylaştığınız üniversite
fotoğrafları filan, “devrimci gençtik biz ah” sayıklamaları, yeri gelince eski
1 Mayıs afişleri paylaşmalar filan... Sizi gidi nostaljik tatlı su devrimcileri
sizi. Hiç inandırıcı değil. Ekonomik kriz olduğunu iddia ettiğin zaman önce sen
azla yetinmeyi öğreneceksin. Önce sen hayat standartlarını düşüreceksin. Her
şeyden önce de çalıştırdığın insanlara adil davranacaksın, hakkını vereceksin,
onurlu bir şekilde yolunu ayıracaksın çalıştırdığın insanla. Çocuklarım en
pahalı özel okullarda okusun, en gözde semtlerde oturayım, hayat standartlarım
hiç değişmesin, yurtdışı tatillerim de hiç aksamasın, pahalı içkilerimi içmeye
devam edeyim, bana birşey olmasın da diğerlerine ne olursa olsun diyenler... Sizinle
yıldızlarımız hiçbir zaman barışmayacak. Maalesef hukuk da güçlünün yanında,
haklı olduğun davanı kazanman da yetersiz. Bu düzen hep birilerinin yaptığı
kötülüklerden sıyrılmasını sağlıyor ne yazık ki... Üstelik sıyrılan insanlar
kendilerini “sol düşünceye inanıyorum ben, eşitlik, özgürlük, hak ve adaletten
yanayım” diyorlar bir de. Çok yazık.
Not: Metinde bahsedilen olaylarla ilgili belgeler,
kronolojik olarak blogda yer almaktadır. Lütfen yakından bakın, inceleyin sonuna kadar.